Korkusuz bir yaşamdan korkuyor muyuz?
Yaşamlarımızda
korku tarafından yönlendiriliriz, çünkü içinde bulunduğumuz koşulları
değerlendirmek ve önceden kestirmek ve bu bilgiye dayanarak sağ kalmak
gereksinimi tarafından yönlendiriliriz. Biyolojimiz, kendi yaşamını sürdürme
planını, en temel işlevlerinden biri olarak kabul eder ve olası tehlikelere
karşı bizi sürekli uyarır. Bu değerlendirme için en uygun olan aracı, beynimizi
kullanırız.
Bir tehlikeyle karşılaştığımızda, onu inceleriz ve başarılı
olmak için hangi planın daha uygun olduğuna bakarak onun karşısına çıkarız veya
ondan kaçınırız. Savaşırız veya kaçarız.
İnsan biyolojisi, düşünce tarafından başkalaştırılarak,
psikolojiye dönüştürülmüştür. Artık, kendi kavramsal çerçevemizin zorlamasıyla,
dünyamızdaki psikolojik tehlikeleri değerlendirmek zorunda olduğumuza ikna
edilmiş durumdayız. Yaşamı sürdürme psikolojisine dayanarak, dövüşmeye veya
kaçmaya, egemen olmaya veya teslim olmaya karar vermek zorundayız.
Korku, psikolojik rahatlığımızın denetleyicisi durumuna
gelmiştir. Deneyimimizin bu yanının tümüyle kavramsal olduğu gerçeğine rağmen
korku, biyolojimizle, koşullandırılmamızla, gerçekliğimizle o kadar içiçe
geçmiştir ki, sanki gerçekmiş gibi varlığını sürdürür.
Yeni ilişkilere yaklaşırken, sanki fiziksel bir saldırı
olabilirmiş gibi, canımızın yanmasından korkarız. Bizi sevmezlerse ne olacak?
Yeni bir çevrenin niteliklerini değerlendirmeye çalıştığımızda, utanır veya
fazlasıyla saldırgan oluruz. Korkarız.
Kalplerimizin atışları hızlanır. Avuçlarımız terler. Ağzımız
kurur. Bizi ormanda izleyen yırtıcı bir hayvan mı var? Hayır, tanımadığımız
biriyle tanıştırılıyoruz.
Heyecanlanırız. Bütün sistemimize adrenalin salgılanır.
Düşüncelerimiz çatışır. Bizimle yiyecek için yarışan başka bir hayvanla,
ölümüne bir savaşta mıyız? Hayır, yeni bir pazarlama planını patronumuza
tanıtmaktayız.
Korku, ormanı terk etmiş ve zihnimizin dünyasına girmiştir.
Yaptığımız hemen hemen her şey, psikolojik korkunun süzgecinden geçer. Korku
tarafından harekete geçiriliriz. Korku tarafından engelleniriz. Korku içinde
yaşarız.
Ne yapmalıyız?
Gelin, korkunun çoğunlukla yersiz olduğunu anlayalım.
Korku, caddenin karşısına geçerken bir kamyon geldiğini
gördüğümüzde, bizim için işlevseldir. Elektrikli aletler kullanırken, araba
sürerken korku yararlıdır, yoksa yaşamlarımızı veya kolumuzu, bacağımızı
tehlikeye atarız.
Geri kalan zamanlarda, korku anlamsızdır. Korku, fiziksel
bedenimizi korumak için vardır. Psikolojik bedenin korunmaya ihtiyacı yoktur. O
yok edilemez. Varolmayan bir şeyi incitemezsiniz.
Korku, onun yardımı olmadan büyük bir zarara uğrayacakmışız
durumu yaratır. Gelin, varsayımıları gözden geçirelim. Somut korkumuzu elden
bırakmayacağız -caddenin karşısına geçerken yolda sağımıza solumuza bakacağız-
ancak, gelin birkaç gün psikolojik korku olmadan yaşamaya çalışalım ve
yaşamımızı sürdürüp sürdüremediğimizi görelim.
"Hayır, hayır, hayır, bu mümkün değil, çok tehlikeli, canın
yanar" der Korku.
Ama yalnızca birkaç gün için denemek istiyorum" deriz biz.
"Kesinlikle olmaz. Dehşete düşeceksin. Zarar göreceksin.
Bensiz başına neler geleceği konusunda hiç bir fikrin yok!"
Korku, gittikçe daha ısrarcı olmaya başlar. Geçmişte bizi hep
korumuştur. Bu koruyucu olmadan ne yaparız? Zaten, korku olmadan biz neyiz?
Korkusuz olsaydık biz, ne olurduk?
Korku ve sevgi asla bir arada olamadıkları için, eğer aralarında
bir seçim yapmak zorunda kalırsak, korkuyor olmak, seviyor olmaktan çok daha
güvenlidir. (Niccolo Machiavelli)
Yüreklerinde bir huzur vardı. Şu, her şeyini kaybetmiş olanların
korkusuzluğu ile doluydular. Elde etmesi kolay olmayan, ancak elde ettikten
sonra hep süren korkusuzlukla. (Aleksandr Solzhenitsyn)
Korkuyla kavga etmeyin. Korku her zaman kazanır. Korku her zaman
haklıdır. Korkulacak sayısız durum var. Korku bizi hep korur. Tamam, belki
birazcık boğucu, ama güvendeyiz.
Korku, yaşamda gerek duyduğumuz hemen her şeyi bize verebilir.
Korku, bizi incitebilecek herhangi bir şeyin bize asla dokunmayacağından emin
olmaktır. Dokunulabilir olmak çok
risklidir. Korku riski sevmez.
Korku, bir şey dışında bize her şeyi verebilir; korku bize asla
sevgi veremez. Sevgi, korkunun susmasını bekler. Korku, sevgi hakkında bir şey
bilmez ve sevginin beklediğini bilemez. Sevgi, Korku'nun alabileceği en büyük
armağandır.
Korkuyla tartışmayın
Korkuyu sevin.
Korku, gerçek bir varlığı olmadığını bilir ve bu onu dehşete
düşürmektedir. Korkuyu sevin, çünkü o -hiç bir şey kendinden kaçamaz- bir
yanılsamadır.
Korku bizim, ayakta kalmaya, var olmaya, varlık kazanmaya
çalışan psikolojik merkezimizdir.
Sevginin bir merkezi yoktur, korkusu yoktur, yalnızca saf
varlıkta bulunur.
Cennetten gelme bir eştir.
Sevgi, korkuyu sarar.
Kaygı ve gerilim; endişelen ve mutsuz ol
Yürürken bir yol ayrımına ulaştığında, onu kabul et! (Yogi
Berra)
Kaygı çağında yaşıyoruz.
Çok kalabalığız, çok çalışıyoruz, çok uyarılıyoruz. Yeterince
uyuyamıyoruz, yeterince dinlenemiyoruz ve yeterli zamanımız yok.
Sürekli olarak tehlike haberleri alıyoruz. Nüfusumuz, dünyanın
her yerinde mantar gibi çoğalıyor ve bütün dünya, komşusunun evine taşınmak
istiyor. Teröristler, kamu binalarını, uçakları, trenleri vs. havaya uçurmaya
çalışıyor. Seks tüccarları çocuklarımızın peşinde. Akşam üzeri 5'te
televizyonda film: silahlı adam yedi kişiyi öldürür ve sonra kendisini öldürür.
Daima artan mali talepler ve kıyamet kehanetleri ile, daha uzun
sürelerle ve daha çok çalışmak için kandırılırız; sosyal güvenlik, büyümekte
olan çocuklara yardım etmeyecektir, okul paraları enflasyondan daha hızlı
artmaktadır, zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da derinleşmektedir, para
piyasalarının çöküşü yaklaşmaktadır. Kredi limitleri, bazı Üçüncü Dünya
ülkelerinin yurtiçi üretimlerinin toplamından daha yüksek olan, önceden
onaylanmış kredi kartları sürekli olarak piyasaya çıkıyor. Bu kartları bir an
için inceleyelim, bunlar Gold Kart veya epeyce özelsek, Platin Kart. Onların, gerçekte Plastik
Kart olduklarını bilmiyormuş gibi yaparız ve "yaşam boyu harcama"
anlaşmasını imzalarız.
Kalkma zamanı, işe gitme zamanı, çocukları alma zamanı,
toplantıya gitme zamanı, olaylar, oyunlar, sinemalar, alışveriş, arayanları
yanıtlama, daha çok, daha çok şey zamanı. Gittikçe daha az zaman. Gittikçe
artan zaman baskısı.
Az zaman, yapılacak daha çok iş, kazanılacak daha çok para,
harcanacak daha çok para ve biz, sıradan şiddetin akıldışı bir eylemi yüzünden,
kapalı alışveriş merkezlerindeki hava kontrol sistemlerinden bulaşan çok
öldürücü bir hastalık yüzünden, her an ölebiliriz.
Ne yapmalı?
Mutsuz olun, endişelenin.
Fazlası ile canımızı sıkan, bu berbat gerçeklik karşısında başka
ne yapabiliriz? Gerginiz ve öyle olmak zorundayız. Gün boyunca yaşadıklarımıza
bakın. Kaygılıyız, çünkü mükemmel bir şekilde normaliz. Kaygı normaldir. Biz
böyleyiz, öyleyse niye kaygılanalım ki!
Bu konuda yapılacak bir şey var mı?
Ne yapacağımızı bildiğimizi düşünürüz ki, bu da bildigimizi
düşünmektir. Eğer daha çok düşünürsek, durmadan artan miktarlarda bilgi
toplarsak ve bunları düşünürsek, bir şekilde yaşamlarımızı sürdürebiliriz diye
düşünürüz. Yaşamımızı sürdüremeyeceksek, rahatlamak ne işe yarar zaten?
Beyinlerimiz, bizi sıkıntıya sokan şeyler hakkında daha fazla
bilgi bulma isteğiyle yanar tutuşur. Daha fazla bilgi bulursak, daha az
şaşkınlığa düşmemiz, yapacağımızı daha çok bilebilmemiz mümkün olabilir.
Savaşacak mıyız, kaçacak mıyız, bilebiliriz.
Savaşmıyoruz ve kaçmıyoruz. Durum hakkında bir sürü bilgi
topluyoruz. Savaşmayı düşünüyoruz. Kaçmayı düşünüyoruz. Ancak gerçekte, yoğun
trafiğin ortasında, arabamızda oturuyoruz, kanepeye yayılmış haberleri
izliyoruz, yöneticimizin bürosunun dışında oturmuş, toplantıyı bekliyoruz.
Gerginlik, yapabileceğimiz veya yapamayacağımız eylemlerin ve
onları kuşatan, özellikle de kendi yaralanmamızı, yenilgimizi ve yıkımımızı
içeren bütün koşulların zihinsel olarak tasarlanmasının sonucudur.
Gerginlik, düşünmedir
Düşünmek, sorunun çözümüne yardımcı olduğunu düşünür, ancak
sorun, soruna yardım etmektir. Sorun, hiç durmadan sorunu çözecek bilgileri
toplamaktır.
Sorun, bizi koruyacak olan bilgiyi sürekli olarak incelemektir.
Kendimizi yaşamdan koruyamayız, meydan okuyuş anında, tam olarak karşılık
verebiliriz ancak. Karşılık vermek için hazırlanmak, verilecek karşılığı
karmakarışık eder. Biz, hazırlandığımız şeye karşılık veririz, o anda olana
değil. Hiç bir neden olmaksızın kendimizi sıkıntıya sokarız.
Meydan okunuş anında, gerginlik, harekete geçme işaretidir.
Eylem, durumun gerçekliğine karşılık olarak kendiliğinden ortaya çıkar.
Öte yandan meydan okunmasını beklerken, gerilim, gerçekliğin
değil, bir meydan okuma fikrini düşündüğümüzün, biçim verdiğimizin,
çözümlediğimizin işaretidir. Kavramsal bir meydan okumaya karşılık vermek için
yapılacak bir şey yoktur. Bir eylem kendiliğinden meydana gelmez.
Kavramsallaştırma bunalımı ve olasılık planları yaratmak,
köprülerin inşa edildiği, kalp kapakçıklarının tamir edildiği, savaşların
açıldığı somut dünyada yararlıdır. Ancak psikolojik dünyada, kavramsal meydan
okumalarla kurduğumuz ilişkilerimizde "benliğin" yaşamını sürdürüşünü
biçimlendiririz. Olasılık hesaplarını ve yaşamı sürdürme planlarını ne kadar
derinleştirirsek, kafamız o kadar karışır.
Bu psikolojik merkezin yaşamını sürdürmesini garantilemek için,
boşuna bir girişimle sonsuza dek bilgi toplar ve çözümlemeler yaparız. Korunma
sağlama girişimlerimizle, gerilimin daha da yüksek düzeylerini yüklenebiliriz.
Ancak, vazgeçebiliriz de. Gerçekliği olmayan bir merkezi
koruyamayız.
Tehlike habercisi gazeteleri bırakın, insanı şoke eden
televizyonu ve savaş haberleri radyosunu kapatın. Korunacak biri yok; kaçacak
biri yok; gerilim içinde olacak biri yok.
Korku hayatımızı yönetiyor [ Steven Harrison ]
İnsan, bir yanıt bulamadığı yerde korkuyu bulur. [Norman Cousins]
Steven Harrison, Olduğun Yere Varmak (Sayfa 229-242)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder